TNM
SİSTEMİNE GÖRE EVRELEME
|
EVRE
0
|
TisNoM0:
|
Tümör tamamen
mukozadadır
|
EVRE
1
|
T1N0M0 veya T2N0M0
|
Tümör
submukozayı (T1) veya müskülaris propriayı (T2) invaze etmiştir.
|
Bölgesel LN
metastazı yoktur.
|
Uzak metastaz
yoktur.
|
EVRE 2
|
Evre 2A: T3N0M0
|
Tümör muskularis
mukozayı geçip perikolonik veya perirektal dokuları invaze eder
|
Bölgesel LN metastazı yoktur.
|
Uzak metastaz yoktur.
|
Evre 2B: T4aN0M0
|
Tümör viseral peritonun yüzeyine penetre olmuştur.
|
Bölgesel LN metastazı yoktur.
|
Uzak metastaz yoktur.
|
Evre 2C: T4bN0M0
|
Tümör diğer organlara yapışmış ya da direk olarak invaze
etmiştir.
|
Bölgesel LN metastazı yoktur.
|
Uzak metastaz yoktur.
|
EVRE 3:
|
Evre 3A: T1N1M0, T2N1cM0, T2N1cM0
|
Tümör submukozayı (T1) invaze etmiştir; muskularis
mukozayı (T2)da invaze etmiş olabilir.
|
2-3 LN’da metastaz vardır.
|
Uzak metastaz yoktur.
|
Evre 3B:
|
T3’den
T4a’ya kadar, N1’den N1c’ye kadar, M0
|
Tümör muskularıs propriadan perirektal dokuyu invaze
edecek şekilde yayılmıştır (T3); ya da viseral peritonun yüzeyini de tutmuş
olabilir (T4a)
|
1-3 LN invazyonu (N1) veya subserozada, mezenterde veya
peritonize olmayan perikolik veya perirektal dokularda tümör depozitleri
(N1c).
|
Uzak metastaz yok.
|
T2N2aM0
veya T3N2aM0
|
Tümör muskularis propriyayı invaze eder (T2); ya da muskularıs
propriadan perirektal dokuyu invaze edecek şekilde yayılmıştır (T3).
|
4-6 LN yayılımı vardır.
|
Uzak metastaz yoktur.
|
Evre 3C: T4aN2aM0
|
Tümör viseral peritona yayılmıştır.
|
4-6 bölgesel LN yayılımı
|
Uzak metastaz yok
|
T3N2bM0 veya T4aN2bM0
|
Tümör muskularıs propriadan perirektal dokuyu invaze
edecek şekilde yayılmıştır (T3); ya da viseral peritonun yüzeyini de tutmuş
olabilir (T4a)
|
7 veya daha fazla LN metastazı.
|
Uzak metastaz yok.
|
T4bN1M0 veya T4bN2M0
|
Tümör diğer organları direk olarak invaze etmiş ya da
yapışmıştır.
|
1 veya daha fazla bölgesel LN metastazı
|
Uzak metastaz yok.
|
EVRE 4:
|
Evre 4A: 1 organda uzak
metastaz (Karaciğer, akciğer, over, bölgesel olmayan LN gibi)
|
Evre 4B: 1’den fazla organda uzak metastaz veya
periton tutulumu
|
Bu Blogda Ara
15 Kasım 2017 Çarşamba
Tablo 2: TNM SİSTEMİNE GÖRE EVRELEME
14 Kasım 2017 Salı
Tablo 1: KOLOREKTAL KANSER SINIFLAMASI- TNM sistemi
KOLOREKTAL KANSER SINIFLAMASI- TNM sistemi
|
T (tümör)
|
Tx: tespit edilemeyen primer tümör (bilgi elde edilemiyor)
|
T0: primer tümöre dair hiçbir kanıt yok
|
Tis: karsinoma in situ
|
T1: submukoza invazyonu
|
T2: muskularis propria invazyonu
|
T3: muskularis mukozadan perikolik veya perirektal dokuya invazyon
|
T4a: viseral peritonun yüzeyine erişen tümör
|
T4b: çevre organlara yapışıklık ya da direk invazyon
|
N (bölgesel Lenf Nodları)
|
Nx: bölgesel lenf nodları değerlendirilemiyor
|
N0: bölgesel LN tutulumu yok
|
N1: 1-3 LN tutulmuş
|
N1a: 1 LN’da metastaz
|
N1b: 2-3 LN’da metastaz
|
N1c: subserozada, mezenterde veya nonperitoneal perikolik veya
perirektal dokuda malign hücreler; nodal invazyon yok
|
N2: 4 ve üzeri LN metastazı
|
N2a: 4-6 bölgesel LN metastazı
|
N2b: 7 veya üzeri LN metastazı
|
M (uzak metastaz)
|
M0: uzak metastaz yok
|
M1: uzak metastaz var
|
M1a: 1 organa ya da bölgesel olmayan LN’na metastaz
|
M1b: 1’den fazla alanda ya da peritonda uzak organ metastazı
|
HEPATOPULMONARY SYNDROM
HEPATO PULMONARY SYNDROM (HPS) is a life-threatening
condition with a triad of liver disease, arterial deoxygenation and
intrapulmonary vascular dilatation. There is no multicenter study of actual
prevalence.
Although HPS is mostly
seen in patients with portal hypertension and cirrhosis, it may also occur in
portal hypertension or non-cirrhotic acute and chronic hepatitis, or in the case
of nonsirotic portal HT.
In the early stages of
HPS, the arterial oxygen pressure may be misleading as normal. In the case of
cirrhosis hyperventilation and consequently reduced arterial CO2 occur
frequently, and alveolo-arterial oxygen gradient for deoxygenation is a more
sensitive determinant. In the case of cirrhosis hyperventilation and
consequently reduced arterial CO2 occur frequently, and alveolo-arterial oxygen
gradient for deoxygenation is a more sensitive determinant.
Degraded oxygenation
results from ventilation-perfusion incompetence resulting from microvascular
dilatations in the pulmonary arterial circulation.
Dyspnea occurring in a
patient with chronic liver disease is a common presentation of HPS.
Although platypnea,
orthodeoxy, spider nevi and clubbing are more frequent in HPS patients,
they are not specific for HPS.
There is no relationship
between the severity of HPS and the severity of hepatic disease.
Pulse oxymetry saturation
is a simple method, with 100% sensitivity for HPS, with 65% specificity.
Nevertheless, it is necessary to perform an arterial blood gas measurement in
order to be able to make a diagnosis. Contrast-enhanced echocardiography (CEE)
and a positive bubble test are recommended for the diagnostic criteria.
In the presence of
concurrent cardiovascular disease, pulmonary perfusion imaging with Tecnesium-labeled
albumin macroaggregates (99mTcMAA) may help assess the degree of hypoxemia
caused by intrinsic pulmonary vascular diatation (IPVD).
MAA-Lung-brain perfusion
scintigraphy has limitations. The sensitivity of MAA is lower than that of CEE
and it fails to distinguish intracardiac shunts from inrapulmonary shunts.
Portopulmonary
hypertension can also be found at the same time as HPS and is a situation that
confuses the diagnosis. Portopulmonary hypertension is caused by obstruction of
pulmonary artery flow in the presence of portal HT. Right cardiac
catheterization is required in the diagnosis. Diagnostic criteria include: mean
pulmonary artery pressure (mPAP)> 25 mmHg, pulmonary vascular resistance
(PVR)> 3 Wood units, and normal pulmonary artery wedge pressure. Dispne is
often present, but it is nonspecific. AaPO2 is usually elevated, but hypoxemia
is usually mild even in severe disease. Unlike in HPS, treatments targeting
pulmonary HT are also useful for functional capacity in portopulmonary
hypertension.
At present, no specific
medical treatment has been established for HPS. Although it is advisable to
increase the oxygen saturation above> 88%, it is not scientifically proven.
Although pentoxifylline
improved in HPS with inhibition of TNF-alpha in animal experiments, human
studies are not available. Although a portosystemic shunt with the use of TIPS
has been proposed, it is not fully established and may actually aggravate HPS
as it will increase hyperdynamic circulation.
Although, although,
althoughs…..
OLT (orthotopic KC-T) is
the only effective treatment with oxygenation and survival.
8 Kasım 2017 Çarşamba
Hepatoselüler Ca (HCC) -1
KC’in en sık görülen
primer tümörüdür. Erkekteki en sık 5. ve kadındaki en sık 8. malign tümördür.
İnsidansı ve tespit edilme
oranı coğrafik değişimler gösterir. Yüksek riskli bölgelerde erkek cinsiyet
baskınlığı varken (3,7:1), düşük riskli bölgelerde bu daha azalır(2,4:1). Endüstriyel
ülkelerde siroz yokluğunda iki cinsiyet arasında pek fark yoktur.
Yaş ilerledikçe insidans
artar. Çocukta nadirdir. 70-79’da fazladır.
Risk
faktörleri
Q Major:
kronik HBV, kronik HCV, siroz, aflatoksin B1
Q KC’in
diğer durumları: alfa-1 antitripsin eksikliği, hemokromatozis, vena kava inferiyorun
membranöz obstrüksiyonu, NASH, tip 1 ve 2 glikojen depo hastalığı, tip 1
herediter tirozinemi, Wilson hastalığı
Q Ataksi-telenjiyektazi,
hipersirüllinemi
Q Sigara,
DM, OKS
HBV,
HCC’lerin %80’inden sorumludur. HBV’nin hangi mekanizmayla HCC’ye neden olduğu
bilinmemekle beraber; virüs direkt ve indirekt olarak karsinojenik gibi
görünmektedir. Virüs DNA’sı konakçı DNA’sına entegre olur.
Serum HBV DNA seviyesi 104
kopya/mL’den fazla olan hastalarda uzun dönemde HCC gelişme riski belirgin
olarak artmaktadır. Antiviral tedavinin bu riski düşürdüğü bir RCT’de
gösterilmiştir.
HCV’le
ilişkili HCC, HBV’dekine nazaran daha yaşlı hastalardır. Bunun HCV’nin daha çok
erişkin yaşlarda kazanılmasıyla ilişkili olması olasıdır. Nederdeyse tüm HCV
kaynaklı HCC’ler siroz zemininde gelişmektedir. Böyle olmayanlar da çoğunlukla
kronik hepatitli ve fibrozisi olan hastalardır. HCV konakçı DNA’sına entegre
olmaz.
HCV’nin tedavi edilmesiyle
HCC gelişme oranları düşmektedir.
Siroz’un
her formunda HCC gelişme riski vardır.
Aflatoksin
B1, Afrika ve Asya’da
önemlidir.
Hemokromatozisli
hastaların neredeyse %45’inde HCC gelişir. Önceden sirozlularda geliştiği
düşünülen malign transformasyon, sirozu olmayan hemokromatozislilerde de
görülmektedir.
Wilson hastalığı olan bazı
hastalarda da siroz durumunda HCC gelişebilir.
Vena kava inferiyorun
membranöz obstrüksiyonu nadir konjenital veya kazanılmış bir hastalıktır ve
yaklaşık %40 hastada HCC gelişebilir.
Klinik
Aslında klinik semotomlar
sirozlu hastada ortaya çıkan karın ağrısı (en sık) ve kilo kaybı olarak
bilinmekteyse de artık birçok hasta daha semptomlar ortaya çıkmadan teşhis
edilmektedir. En sık bulgular ilk sırada hepatomegali ve ikinci sırada asit
olmak üzere ateş, splenomegali, zayıflama, sarılık ve hepatik üfürüm olabilir.
KC hassasiyeti sıktır. Büyümüş
KC’in yüzeyi düz, irregüler ya da nodüler olabilir.
Tümör etrafında arteriyrl
bir üfürüm duyulabilir. Sistolik, sert ve pozisyonel değişimlerden etkilenmeyen
karakterdedir.
Paraneoplastik
durumlar
Aslında sık değildirler. Bu
paraneoplastiik durumlardan birisi tip B hipoglisemidir. HCC’nin erken
safhalarında görülen (%5) ve malign hepatositlerde pre-IGF2’nin defektif
üretimiyle ilişkili olduğuna inanılır.
Tip A hipoglisemi daha
hafif bir tablodur ve HCC’nin ileri dönemlerinde ortaya çıkar. KC’in tümörle
infiltre olmasına dayandırılır.
Polisitemi, hastaların %10’undan
daha azında görülür. Malign hepatositlerden salınan EPO veya EPO benzeri madde
nedeniyle oluyor gibi görünmektedir.
Hiperkalsemi, PTHrP ile
ilişkili diye tahmin edilmektedir. Osteoklastik metastaz olmadan da ortaya
çıkabilir.
Özellikle Afrikalı
hastalarda ciltte pitriyazis rotunda (circumscripta) nadir değildir. Bunun dışında
cilt bulguları nadirdir.
Tanı
Tanıda altın standart patolojik
incelemedir. Ancak, artmış AFP’le veya olmaksızın, spesifik görüntüleme
karakteristiklerine dayanılarak, HCC’nin uygun bir klinik durumda tanısının konulabileceği
yönünde, şimdilerde yayınlanan deneyimlerle desteklenen, Amerikan ve Avrupa hepatoloji
cemiyetlerinde giderek artan bir konsensüs oluşmaktadır.
Serum
tümör belirteçleri
Görüntüleme yöntemlerine
yardımcıdır, ancak tek başlarına tanısal değildirler.
AFP
Alfafetoproteinin ölçümü
HCC tanısında, taramasında, izleminde ve porognoz belirlemesinde kullanılabilmektedir.
Mevcut kılavuzlar, biyopsi
ve görüntülemeyle tanı konulmasını desteklerler ve AFP’ye ihtiyaç duymazlar. Belirgin
olarak yükselmiş AFP düzeyleri (>10,000 ng/mL - > 1,000,000 ng/mL) uygun
klinik durumda HCC için tanısal kabul edilebilir. Belirli bir tanısal kesim
noktası yoksa da 400 ng/mL düzeyi birçok olgu da KC kitlesi için tanısal olarak
düşünülebilir. Erken tanıda çok işe yaradığı söylenemez.
AFP’nin bazı prognostik
yönleri de vardır. Mesela nakil olacak hastanın AFP düzeyinin 1000 ng/mL’den
yüksek olması daha kötü sonlanımlarla ve daha yüksek tümör rekürrensleriyle
ilişkili olarak görülmüştür.
AFP düzeyiyle HCC’nin
diferansiasyon derecesinin korele olduğunu gösterme çabası net sonuçlara
ulaşamamıştır.
Fukosilatlı AFP
AFP’in bir varyantı olan
AFP-L3, AFP spesifitesini, özellikle de 10-200 ng/mL arasında, arttırıyor gibi
görünse de erken tanıya ekstra katkısı gösterilmiş değildir. Dolayısıyla güvenli
bir kullanımı yoktur.
Des-γ-Carboxy Protrombin
Birçok HCC’li hastada
serum düzeyleri artmaktadır. Henüz faydaları ispatlı değildir.
Devamı 2. bölümde
6 Kasım 2017 Pazartesi
DİYABETİK NÖROPATİ: GİS: Diyabetik Gastroparezi
Birçok çalışmada,
diyabetik hastaların GİS semptomları yaşamalarının diğer bireylere göre daha
fazla olduğu gösterilmiştir. Üst GİS semptomları uzun hastalık süreli tip 1
diyabetiklerde sık görülür.
Diyabetik hastalardaki gastroparezinin
gerçek prevalansı bilinmemektedir. Toplum bazlı bir çalışmada semptomatik
gastroparezinin 10 yıllık insidansı tip 1 ve tip 2 diyabette sırasıyla %5 ve %1
olarak bulunmuştur.
Diyabetik diyarenin
tahmini prevalansı %8-22 arasında değişmektedir. Gerçek prevalansının daha az
olduğu düşünülmektedir. Yani rakamlar net değildir.
GÖRH
Diyabetik hastalarda GÖRH
için birkaç olası mekanizma vardır:
Otonomik nöropatiye bağlı
azalmış LES basıncı, hiperglisemiye bağlı transiyent LES relaksasyonlarının sayısının
artması, tubüler özefagusun klirens fonksiyonunun bozulması, veya gecikmiş
gastrik boşalma.
Gastroparezi
Gastroparezi; mekanik
obstrüksiyon olmaksızın bulantı, kusma, erken doygunluk hissi, şişkinlik
ve/veya üst abdomende ağrı semptomları eşliğinde gastrik boşalmanın gecikmesi
olarak bilinir.
Diyabetik Gastroparezinin,
gastrik fonksiyonun bozulmuş nöral kontrolüyle ilişkili olduğu düşünülmektedir.
Anormal miyenterik nörotransmisyon, nitrik oksit içen inhibitör sinirlerin
bozukluğu ve düz kas fonksiyon bozukluğu tanımlanmıştır. Morfolojik
anormallikler bazı otonomik gangliyonlarda inflamatuvar değişiklikleri de
içerir. Vagal problemler de olabilir.
Bununla beraber, diyabetik
hastalardaki gastrik boşalma anormallikleri ne manometride gastroduodenal motiliteyle
ne de otonomik nöropatinin klinik indeksleriyle güçlü korelasyon içindedir.
Diyabet semptomlarıyla gastrik boşalma arasındaki ilişki de zayıftır.
Gastrik boşalmayla
postprandiyal hiperglisemi arasında iki yönlü güçlü ilişki vardır. Plazma
glukoz konsantrasyonunda akut bir artış gastrik duysal ve de motor
fonksiyonları etkiler. Diyabetik nöropatili hastalarda hiperglisemi, gastrik
elektriksel aktiviteyi stimule eder (taşigastri), buna karşılık normal glisemik
durumda elektrik ritim normal olabilir. Sağlıklı kontrollerde ve tip 1 DM’lularda,
hiperglisemi durumlarında proksimal mide gevşemektedir; açlıkta ve yemek
sonrası antral basınç dalgasının sıklığını, yayılımını ve kasılma amplitüdünü
suprese eder. Bunların sonucu olarak da gastrik boşalma gecikir. Ek olarak, kan
glukozunun postprandiyal normal aralıkta yükselmesi de boşalmayı yavaşlatır. Akut
hipergliseminin gastrik boşalmaya olan etkisi çok fazla çalışılmamışsa da kan
glukoz konsantrasyonuyla bağlantılı gibi görünmektedir.
Hipoglisemide ise işler
tersinedir. Hasta gecikmiş boşalma durumundayken dahi hızlanmış gastrik boşalma
gerçekleşir.
Aslında tüm bunlar normal
fizyolojiye paralel gidişata işaret ediyor gibidir. Yemek gelir ve ince
bağırsakta besinlerin serbestleşmesine göre mide boşalım hızı ayarlanır.
Kronik hipergliseminin
gastrik boşalmaya olan etkileri daha az bilinmektedir. Yine de kanıtlar az olsa
da gastrik boşalmayı yavaşlattığı düşünülmektedir.
Klinik
Gastroparezi klinikte
bulantı, kusma, karın ağrısı, erken doygunluk hissi, postprandiyal dolgunluk,
şişkinlik ve ciddi olgularda kilo kaybıyla karşımıza çıkabilir.
Tanı
Şüphelenilen hastalarda
sintigrafiyle gastrik boşalmanın gecikmesi gösterilir.
Tedavi
Diyabetik gastroparezi
progresif değildir ve tedavi semptomların hafifletilmesine yöneliktir. İyi glisemik
kontrol, diyet modifikasyonu ve antiemetik (difenhidramin, ondansatron,
proklorperazin) ve prokinetik ajanların verilmesi (Metoklopramid, domperidon,
sisaprid, makrolidler) birincil tedaviyi oluştururlar.
İnkretin bazlı tedaviler, pramlintide
ve GLP1 analogları (exenatide gibi), gastroparezinin medikal tedavisi
oturtulmadan başlanılmamalıdır, zira gastrik boşalmayı yavaşlatırlar. Bu etki
DPP4 inhibitörlerinde görülmemiştir.
Metoklopramid (dopamin 2
reseptör antagonisti, 5-HT4 agonisti, %-HT4 reseptör antagonisti), diyabetik
gastroparezide ilk sıra tedavidir. Antral kontraksiyonları arttırır ve fundus
relaksasyonunu azaltır. Metoklopramid, 12 haftaya kadar kullanımda DM
gastroparezi için FDA onayına sahiptir.
Metoklopramid’in yan
etkileri: anksiyete, yorgunluk, depresyon, hiperprolaktinemi ve QT uzamasıdır. Distoni
ve tardif diskinezi yapma potansiyeli de vardır.
Metoklopramid’e yanıt
alınamayan hastada domperidon (dopamin 2 antagonist) verilebilir. Ama sıkıntılı
bir ilaçtır. Çoğu ülkede piyasada yok. Kardiyak aritmileri arttırmaktadır. İlaç
etkileşimleri fazladır.
Yukarıdaki ajanlara yanıt
alınamayan hastalarda gastrostomi/jejunostomi kateterleri koymaktan, cerrahi
girişime kadar yöntemler vardır. Trisiklik antidepresanların bulantı kusma gibi
sıkıntıları azalttığı çalışmalar vardır.
Endoskopik olarak
transpilorik stend yerleştirilmesinin faydalı olduğu çalışmalar da vardır. Pilorotomi
de seçenek olarak sunulmuştur. Bunların RCT’si yeterli değildir.
Diyabetik gastroparezi
tedavisinde “gastrik elektriksel stimulasyonun”, semptomların şiddetini ve
gastrik boşalmayı iyi yönde etkilediği gösterilmiştir. Aynı etki idiyopatik
veya post-cerrahi gastroparezilerde elde edilememiştir.
Camicinal ve relamorelin;
DM gastroparezi tedavisinde araştırma aşamasında olan ajanlardır.
5 Kasım 2017 Pazar
Tablo 1
Budd-Chiari Sendromunun major nedenleri
|
Maligniteler: En sık HCC
|
Enfeksiyonlar ve KC’in benign lezyonları
|
Hiperkoagülabilite durumları:
OKS
kullanımı, gebelik, Faktör 5 Leiden mutasyonu, protrombin gen mutasyonu, Antifosfolipid
antikor sendromu, antitrombin 3 eksikliği, protein C/S eksiklikleri, PNH,
JAK2 mutasyonları
|
Behçet Hastalığı
|
İnferiyor vena kavada ve/veya hepatik
venlerde membranöz webler olması
|
Çölyak hastalığı, ülseratif kolit,
hipereozinofilik sendrom ve granülomatöza vaskülit gibi çeşitli surumlar
|
İdiyopatik: Birçoğunda alttan bir miyeloproliferatif hastalık çıkabilir
|
BUDD CHİARİ SENDROMU TEDAVİSİ
Pıhtının yayılımının
önlenmesi: herhangi bir kontrendikasyonun bulunmadığı hallerde
antikoagülasyon ivedilikle başlatılmalıdır. LMWH öncelikle başlanıp, warfarin
eklenebilir. INR düzeyi 2-3 arasına gelince LMWH kesilir.
Tek başına antikoagülan
tedavi verilerek rekanalizasyon sağlamak birçok vakada mümkün olmaz. Tek başına
antikoagülan verilecek durumlar şunlar olabilir:
Subakut veya kronik BCS
olan hastalarda iyi kompanse edilmiş bir KC hastalığı mevcutsa (bunlarda bile ek
tedbirler gerekir, hastalık ilerlememesi için, hele de nakil adayıysa). Bir de
diğer tedaviler hastada uygun değilse.
Tromboze ven lümenini açık
tutmak:
Trombolitik
tedavi
Yeni olduğu bilinen
pıhtılarda bir seçenek olabilir. Yani en fazla 3-4 haftalık bir pıhtı varsa. Bu
pıhti venografiyle iyi bir şekilde belirlenmiş olmalıdır. Bir de antitrombotik
yaklaşım için kontrendikasyon bulunmamalıdır.
BCS’nda, trombolitik
ajanlar hem lokal olarak hem de sistemik olarak verilmektedir. Teorik olarak
lokal infüzyon sistemik infüzyona göre daha iyidir denilse de, bu bilgiyi
doğrulayacak bir çalışma yoktur. Lokal verilen trombolitik ilaç, sistemik
verilen kadar koagülopati yapabilir, yani kanama riski benzerdir.
Trombolitik ajanlar kronik
BCS’nda kullanılmamalıdır. Bu hastalarda pıhtı iyice olgunlaşmıştır ve
trombolitik yaklaşımla da rekanalize olma ihtimali zayıftır. Bu hastalarda
portal hipertansiyon da gelişmiş olabileceğinden kanamalar berbat olabilir.
Anjiyoplasti
ve stend uygulaması
Semptomatik akut veya
subakut BCS’lu hastalarda kullanılabilir.
Hepatik venlerin fokal
anormalliklerinde (mesela web) balon anjiyoplasti uygun olabilir. Dilatasyon
trombolitik tedaviyle kombine edilebilir. Ancak reoklüzyon oranı hiç de az
değildir. Bu nedenle metal bir stend yerleştirilmesi damar açıklığına katkı
yapabilir.
Stend bir kere
yerleştirildiyse bir daha çıkarılma imkânı yoktur. Bu nedenle inferiyor vena
kava stendi koymak planlanan KC transplantasyonunu etkileyebilir. Zira alıcı ve
vericinin transplantasyon sırasında vena kavaları anastomoze edilmelidir.
KC
dekompresyonu
Diğer tedavilerle ilerleme
kaydedilmemiş akut ve subakut BCS’lu hastalarda TİPS yerleştirilmesi bir
seçenek olabilir. Eğer bu yapılamıyorsa alternatifleri cerrahi şuntlar ve
nakildir.
TİPS yerleştirilmesi trombüs
varlığı ve yüksek şant oklüzyon oranları dolayısıyla teknik olarak her zaman
mümkün olmayabilir. Politetrafloroetilen kaplı stendler oklüzyon oranlarını
azaltmıştır.
BUDD-CHIARI SENDROMU: Klinik&Tanı
Hepatik venöz çıkış yolunu
herhangi bir seviyesinde obstrüksiyon olması olarak bilinir. Bu obstrüksiyonun
kardiyak hastalığa, perikardiyal hastalığa veya sinüzoidal obstrüksiyon
sendromuna bağlı olmaması gerekir (veno-okluzif hastalık).
Primer BCS, obstrüksiyonun
ağırlıkla venöz proseslere bağlı olduğu durumlarda; sekonder BCS ise hepatik
venlere ve/veya inferiyor vena kavaya bası ya da invazyon varsa (olay venlerin
dışından kaynaklanıyorsa) söz konusu olur.
Asya dışındaki hastalarda
kadın ağırlığı vardır ve genellikle 3. veya 4. dekadlarda ortaya çıkar. Asya’da
ise hafifçe bir erkek baskınlığı vardır ve medyan yaş 45’dir.
Asya dışında pür hepatik
ven blokajı daha sıkken; Asya’daki hastalarda pür inferior vena kava blokajı
veya kombine inferiyor vena kava ve hepatik ven blokajı baskındır.
Klinik
Ateş, karın ağrısı,
abdominal distansiyon (asit kaynaklı), alt ekstremite ödemi, sarılık, GİS
kanaması (varislerden, portal hipertansif gastropatiden) ve/veya hepatik
ensefalopati klinik belirtiler/bulguları oluşturur.
Subakut ya da kronik
BCS’lu hastalar asemptomatik olabilir. Bu hastalarda anormal KCFT
araştırılırken ya da başka nedenlerle yapılan görüntülemelerde hepatik venöz
çıkış obstrüksiyonu fark edilir.
Akut KC yetmezliği
hastaların yaklaşık %5’inde görülürken, akut BCS’lu hastaların yaklaşık
%20’sinde bulunur.
Akut BCS
Klinik prezantasyon haftalar içerisinde
oluşur. Hastalar genellikle sağ üst kadran ağrısı ve hepatomegaliyle prezante
olur. Başlangıçta sarılık ve asit olmayabilir ancak sıklıkla hızla gelişir.
Varis kanamasıda meydana gelebilir.
Serum aminotransferaz
düzeyleri 100-200 IU/L’den 600 IU/L düzeylerinin üzerilerine kadar değişen
düzeylere çıkabilir. Tanı anında serum
ALP düzeyleri sıklıkla 300-400 IU/L düzeyleri civarındayken, serum bilirubin
düzeyleri genellikle 7 mg/dL’nin altındadır. Ancak bu değerler zamanla
artabilir.
Serum asit albümin
gradiyenti >1,1’dir. Yani portal basıncı artıran durumlar söz konusudur.
Subakut veya kronik BCS
Hastalık progrese olana
kadar asemptomatik ya da minimal semptomatik olabilirler. Hastaların %15-20’sinin
asemptomatik olduğu tahmin edilmektedir. Asemptomatik hastaların genellikle
büyük hepatik ven kollateralleri vardır.
Subakut BCS’nda semptomlar
aylar içerisinde gelişir. Hastalar epigastriyumda ya da sağ üst kadranda müphem
bir ağrıdan bahsedebilirler. Asit veya hepatik nekroz, sinüzoidlerin portal
veya hepatik ven kollaterallerce dekompresyonuna bağlı olarak minimalize
edilmiş olabilir. Bununla birlikte, hepatik venlerin kronik obstrüksiyonu
karaciğerin kaudat lobunun hipertrofisi ile ilişkili olabileceği için asit ve
alt ekstremite ödemi meydana gelebilir. Bilindiği üzere KC’in kaudat lobunun
müstakil bir kanlanması vardır. hipertrofiye kaudat lob, vena kava inferiorun
KC içinde kalan kısmına bası yaparak çıkış obstrüksiyonu ve portal
hipertansiyona neden olabilir. Karın duvarında venöz kollateraller izlenebilir.
Kronik BCS’nda ise
semptomlar hasta sirotik olunca gelişir.
Subakut ya da kronik
BCS’lu hastalarda aminotransferaz, ALP ve serum bilirubin düzeyleri hafi veya
orta düzeyde yükselir. Hiperbilirubineminin sarılık yapması nadirdir. Hipoalbüminemi
olabilir. Akut hastalıkta olduğu gibi serum asit albümin gradiyenti
>1,1’dir.
Tanı
BCS çok değişik prezantasyonlarla
karşımıza gelebilir. Asemptomatik olmaları nadir değildir. Bu nedenle hekim;
akut KC yetmezliği, akut hepatit veya kronik KC hastalığı durumlarında, hele de
hasta Budd-Chiari Sendromu için risk faktörleri (Tablo 1) taşıyorsa, ayırıcı
tanıda düşünmelidir.
Akut KC hastalığı olan
hastalarda hepatomegali, sağ üst kadran ağrısı ve asit varlığı BCS şüphesini
arttırmalıdır.
BCS’lu hastalarda tanı
genellikle noninvazif olarak Doppler USG ile tahmin edilir. BT ve MRI; tanıyı
doğrulamak için, tedavi planına katkıda bulunmak için ya da ortalıkta deneyimli
bir Dopplerci yoksa gerekebilir. İlaveten bu tetkikler, BCS tanısı şüphesinin
fazla olduğu ama dopplerin normal olduğu hastalarda da kullanılabilirler.
Eğer noninvazif
yöntemlerden sonuç alınamıyor ve klinik BCS’unu işaret ediyorsa tanı koymak
amacıyla venografi yapılmalıdır. Venografi ayrıca, tanıyı doğrulamada ve tedavi
planında da yararlı olur.
KC biyopsisi BCS tanısında
genellikle gerekmez. Kanama riski de doğurur.
Doppler USG’de
gösterilebilen hepatomegali, kaudat lob hipertrofisi, asit, VCİ kompresyonu
gibi nonspesifik bulguların yanında, BCS’na daha spesifik olan bazı durumlarda
ortaya konulabilir;
Q Majör
hepatik venlerin inferiyor vena kavaya bağlanma yerlerinin görüntülenememesi,
Q Hepatik
venlerin duvarlarında kalınlaşma, düzensizlik, stenoz veya dilatasyon,
Q Hepatik
ven ağzına yakın kısımda örümcek ağı görünümünün ve normal hepatik ven
görünümünün birlikteliği,
Q Normal
bir ven yerine hiperekoik kord görünümü
Q Dopplerde
anormal akım paternleri:
o
Akım sinyali alınamayan veya akımın ters ya
da türbülan olduğu büyük bir hepatik ven,
o
Hepatik venlere veya diafragmatik veya
interkostal venlere bağlanan devamlı akımlı büyük intrahepatik veya subkapsüler
kollateraller,
o
Düz ya da flutter içermeyen hepatik dalga
biçimi
BT’yle USG’de görülebilen
nonspesifik anormallikler izlenebilir. BT’de izlenen daha spesifik bulgular
içerisinde şunlar vardır:
[ Üç
majör hepatik venin gecikmiş dolumu ya da hiç dolmaması (genellikle kontrast
verilimini takiben 40- 60 saniye içerisinde görünürleşir),
[ KC’in,
perifere nazaran artmış santral kontrast tutulumuna bağlı yamalı, pireyeniği
görünümü,
[ Kontrastın
kaudat lobdan hızlıca temizlenmesi
[ İnferiyor
vena kavanın daralması veya opaklaşamaması
MRI’da yukarıda tanımlanan
nonspesifik bulguların yanında, hepatik venlerin kalibresinde azalma ya da
hepatik venlerin yokluğu ve tipik distorsiyone “virgül şekilli” intrahepatik
kollateraller kolayca gösterilebilir.
Yeni bir yaklaşım olarak 3
boyutlu kontrastlı MR venografi, henüz yaygın olarak kullanılmasa da vena kava
patolojilerinin tanılarında faydalı olmaktadır.
Sülfür kolloid
sintigrafisi eskiden daha sık kullanılmaktaydı.
Venografi, BCS tanısında
ALTIN STANDARTTIR. Noninvazif testlerle sonuç alınamadıysa kullanılır. Noninvazif testlerle tanı konulabilse de çoğu
zaman trombüsün uzanımı için de venografi gerekebilir. Bu da tedavi planında
önemlidir.
KC biyopsisi, genellikle
noninvazif testlerle konulan tanı dolayısıyla gerekli olmaz. Histolojide:
sentrlober konjesyon, nekroz ve hemoraji görülür. Büyük rejenerasyon nodülleri, obstrüktif
portal venopati ve fibrozis/siroz da bulunabilir.
Tanı sırasında elde edilen
histolojik bulguların sağkalımı öngördürebilme becerisi henüz tam netleşmiş bir
durum değildir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
AMİLAZ Amilaz yunanca nişasta manasına gelen amilon kelimesinden gelir ve görevi nişastayı polisakkaritlere parçalamaktır. Amilaz RES (...
-
EULAR ve ACR’nin ANA pozitif olan hastalarda kullanım için 2019’da önerdiği sınıflama kriterleri kullanılarak oluşturulan skorlama yapab...
-
Tanıda median yaş 60’tır. Nadiri durumlar dışında familiyal değildir. İyonize radyasyona ve benzen gibi toksinlere maruz kalmak risk faktö...